9 Ocak 2012 Pazartesi

Mucizelerden geçen yolculuk

Son zamanlarda sağımda solumda o kadar fazla uyarıcı, keşfedilmeyi bekleyen o kadar değişik şey ve yapılmayı bekleyen bir yığınla iş var. Maymun iştahım hangisi ile doyacağını iyice şaşırmış durumda iken bir ondan bir bundan tattırmaya devam ediyorum ben de ona!

  En son izlediğim 2 filmin hoş ortak özelliklerinden yola çıkarak biraz bahsetmek istiyorum.


 Miracolo a Le Havre : Aki Kaurismaki, söylemesi çok eğlenceli bir isme sahip olmasının yani sıra, öyle kenara atılmayacak cinsten bir yönetmen imiş aynı zamanda .Filmimiz Normandiya'da 60 'lı yıllarda geçen, tiyatral havası, yer yer eski Türk filmlerini aratmayacak hikayesi ve ince melankolisi ile avrupa sinemasında farklı bir tecrübe. Kahramanımız orta yaşlarını geçmiş , fakir ama umutlu ; ağzında sigarası kalbinde büyük aşkı ile hayat kavgası sürdürmekte. Gemilerinin batması ile ortada kalan , şirin göçmen çocuğa merhamet eden büyük yüreğin ,arada komik diyaloglarla bezeli olduğundan neredeyse trajikomik diye adlandırabileceğimiz bu melankoliden ;bizi 2 küçük mucize ile kurtarması ile benim gözümde filmi izlenmeyi hak ettiriyor. Filmin genel atmosferinin ülkemiz gerçekleri içinde hala hissedilebilecek türden olması da cabası!

Midnight in Paris ;Woody Allen filmlerinden ne beklenir çok bilmeden , senelerce dört gözle bekleyip sonunda gerçekleştridiğim Fransa gezisi öncesi içimi umutla doldurdu.Kalburüstü  bir feel good movie diyenler olmuştur belki ama altını çizeceğim bu film çok lezzetli! Bazen gayet basit ve eğreti sıfatlar kullanabilme özgürlüğümü burada doldurmak istiyorum böylece. Hangimiz hayranı olduğumuz yazarı okurken onun döneminde yaşamak istemedik, hangimiz eserlerine bakıp kıskandığımız ressamların etten kemikten hallerini görmeyi dilemedik, hangimiz 'hoş' kafa ile yaratıcılığımızın sınırlarını zorlamaya teşebbüs etmekten kendimizi çok kez alıkoymaya çalışmadık ki :) En azından ben bunların hepsini çok kez düşünmüş biri olarak Midnight in Paris'in her karesini çok sevdim! Filmdeki kahramanımızın içine girdiği mucizevi ortam bize gerçekliğini sorgulatmayacak bir şenlik .Belki de Paris'in büyüsü (özellikle Pariste çok müze gezmiş insan kafasından süzülerek )ancak böyle anlatılabilirdi. Woody Allen besbelli ki hem kendi hayallerini ete kemiğe büründürmüş hem de herkese oradan buradan hoşlanacağı bir kare bırakmayı başarmış.



Bu güzel seyirliklerden sonra yaptığım Fransa gezime gelince. Özellikle Paris bir de benim onayımı almak zorunda değil tabi ki :) Ama ben orada geçirdiğim her günden çok keyif aldım. sabahın körlerinde hiç zorlanmadan hevesle  kalkıp ,keşfetmenin bitmeyeceği ayrıntıların peşine düşmek ve bulduklarımla hayal kırıklığına uğramamak; bol bol hayal kurmak ve fotoğraf çekmek... Gördüğüm nice güzellikten unutmak istemediklerimi yazdığımda benim de küçük Paris hayalim pekişmiş olacak...