21 Mart 2011 Pazartesi

Nasılsınız ?


'İyi olma hali' çok uzun zamandır epey göreceli bir durum. Çok çok çok uzun zamandır desem yanlış olmayacak. Belki insanların Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde yukarıya çıkmaya başlayabildikleri dönemlerden itibaren ; iyi olma hali epey göreceli. Ama yine de hatrımızı soranlara dürüstçe duygularımızın/sıhhatimizin ne durumda olduğunu söylemekten çekinmiyoruz (üşenmiyorsak).

Bu göreceli iyi olma halinin farkında olarak, artık soranlara 'pek iyi değilim' demekten imtina etmekteyim. Belki de vicdanı olan bir çoğumuz; biraz düşünecek zamanı olabilecek kadar şanslı olanlarımız da benim gibidir son zamanlarda. Çünkü ben o hiyerarşide yukarda olan; yerine getiremediklerim yüzünden iyi halde olmayan biriyim. Ama baktığımız her yerde , yaşamamız için gerekli olan derecelerde 'iyi hal' sahibi olamayan insanlar; hiç bu kadar fazla oldu mu acaba. Belki böyle umutsuz düşünme sebebim; dünya savaşı, verem salgını zamanlarına şahit olmamış; 80'lerin tabu olduğu bi ailede büyümüş olup sonuçta o umarsız kuşağa ait biri olup çıkmam olabilir. Belki bize sadece kendi refahımızı korumak, sosyal konularda dilimizi tutmak, geniş düşünmeden işimize bakmak öğretildiği için ; görmeye başlayınca şok olduğumu zannedebilirim. Yok, bir durup düşününce, bu endişeler rahat beynin alternatif huzursuzluk fikirleri falan değil. İşte, hep karşımızda, artık bir tv, bir gazete bir pc yakınımızda...Belki bu sebeplerden, belki de artık at gözlükleri çıkmaya başladığından bu huzursuz zamanları , en huzursuz zamanlar seçip; tüm tüylerim diken diken, bir şey yapamadığım içimde zıplayıp duran duyarlılığımı bastırarak izleyebiliyorum sadece. Kendi hiyerarşimde , yüksekten bakıyorum olan bitene . Başımı kaldırıp binbir endişe ile ulaşamadıklarımı ; bir de üzüntü ve korku ile tepetaklak aşağı düşenleri izliyorum.

Artık biliyoruz, yarın pek de hoş şeyler getirmeyecek... Ben yine de , en ilkel korkularımızı yaşayan , bunları hiç hak etmeyen tüm insanlar için 'iyi' olmaya çalışıyorum 'iyiyim' diyorum...


10 Mart 2011 Perşembe

House terk edilince biz de terk edilmiş sayıldık!

3 sene önce keşfettiğimden beri favorilerim arasından düşmeyen bir dizi House... Dahiliğinin affettirdiği serseriliği, anarşist ruhu ve aslında çok kırıcı olabilen zor bir insan olmasına rağmen , hayata karşı duruşu çoğu zaman hayran bırakan karakter House, hem kendisi hem de diğer karakterleri ile bir şekilde hayatımdaki bir çok kişiyi dışardan izleyebiliyormuşum imkanı veriyor gibi geldi bana hep. Bu nedenle House'yi çok sıkı kucakladım, biraz kendime gülerek tabi.

Spoiler

House'nin yayınlanan son bölümü ( 7.sezon - 15.bölüm) beni epey üzdü. Çünkü House 'nın hayata tutunabilen, sevgisini gösterebilen ve paylaşmaktan , epey cool şekilde de olsa, korkmayan tarafını daha çok sevmiştim. Sanırım o içindeki umutla hepimize, tüm inatçıların kırılabildiğini gösterdiğinden umut verdiği içindi. Ancak Cuddy; hasta iken kendini Vicodin ile uyuşturarak ona destek olan House'nin ne yaptığını anladı ve House'umuzu terk etti... Çünkü bu hareketten yola çıkarak House'nin ;onun acısını, sıkıntısını ;doğal olarak da hayatını hiçbir zaman paylaşamayacak kadar üzüntüden kaçan bir bencil adam olduğunu yine anladı . Cuddy'nin mukeme gücüne, mantığını kullanabilmesine hayran olsam da House için üzüldüm işte. O, büyük bencillik içinde küçük bir çocuk gibiydi. Aslnda çocukların da tek düşünebildikleri kendileri olduğu için House'nin bir çocuk olduğunu söyleyebiliriz :)

Bu yazıyı House için yazmadım, zira kendimi dizilere kaptırıp onlarla yaşayan biri değilim :) Fakat bu bölüm dipte yatan korkuları ayağa kaldırdı , bana da iki çift kelime döküp rahatlamak düştü desem yalan olmaz. Bencil olmadan sevebilmek ve sevilebilmenin, birinden bencil olmamasını istemenin aslında pek de haklı bişiy olmaması; iki kişinin bir olması için mutlaka bir diğerinin daha çok şey vermesi gerekmesi ve bu kuralların ne yazık ki hayatta Murphy yasaları kadar gerçek olması...

Uzun süredir durup kendini dinlemeyen ;'mutlu muyum?' diye sorgulamayan bünyeye ağır gelen bir bölüm oldu sonuçta işte. Bencil amaçlarla bir teenager isyanı yazısı yazdırdı:)

6 Mart 2011 Pazar

Byosoku 5 centimeter



Bahçesinde 2 kiraz ağacı olan bir evde, ağacın tatlı pembe yapraklarının sadece bir tanesini koparmak istedim. Zaten kalp şeklinde olan bu pembe minik taç yaprağı defterime yapıştıracaktım. Ama dokunur dokunmaz bu narin çiçeğin tüm yaprakları bıraktı kendilerini rüzgara... Baharı en çok iki ağaçla yaşardım zaten; bi kiraz bi erik. Pembe - beyaz. Belki bu nedenle japonyaya kiraz ağaçlarının açtığı zaman gitme özlemi ile büyümüş olmam. Belki bu yüzden 'kiraz ağaçlı japon filmleri'ni bu kadar sevişim.

5 centimeters per second, kesinlikle blue ray izlenmesi gereken bir görsel şölen. Japonların animelerinde doğa ögelerini bu kadar başarıyla kullanmalarına hep hayran olan ben, kiraz çiçekleri manzarası ile başlayan bu filme ilk dakikadan ısındım. Böylece ,Byosoku 5 centimeter de benim gönlümde , kiraz çiçekleri ve kuzey ışıkları ile yerini aldı bile.

Kahramanlarımız çocukuk çağlarından beri birbirlerinden hoşlanan fakat çok az vakit geçirebilip daha sonra sürekli farkli illere taşınan bir çifttir. Biz , 3 parçaya ayrılmış hikayenin ilk kısmını çiftimizin melankolik aşık erkeği tarafından dinliyoruz. Bu bölümde özellikle sevdiğine kavuşmak için sabırszlanırken sürekli rötar yapan trenin içinde karakterimizin artan sabırsızlığı ve huzursuzluğu kesinlikle , sahneler ve o anlara hakim olan sessizlik,kar yağışı sentezi ile seyirciye çok iyi geçiyor.. 2. bölümde ise aşkından içine kapanmış bu melankolik-cool oğlana umutsuzca aşık bir kızcağız ağzından dinliyoruz öyküyü. Burası hikayenin teenager kısmı diyebilirim. Cool çocuk uzaktaki birine aşıktır, liseli kız da ona, umutsuzca:) ... Teenager kızımızın bu sevgiden güç alıp nasıl hayatını değiştirebildiğini ve çocuğumuzu bol yıldızlı göklerdeki astronotlara benzettiği de şahane gökyüzü-deniz görüntüleri ile izliyoruz. Filmin son bölümü ise , hikayeyi biraz daha değiştirip günümüz dünyası koşuşturmasında mutsuzluk temasını işlemiş.3 bölümle büyüyen melankolik karakterimiz, uzaktaki aşığı ile bir şekilde bağını kaybedip kariyere, işe güce dalıp duygusuzlaşmıştır. Bir gün bir kiraz çiçeği yaprağı ona unuttuğu duyguları hatırlatır ve biz de yine karakterimizin iç konuşmalarını mükemmel sahneler,kiraz çiçekleri, aşık olduğu kızın değişen yaşamından kareler ile izleriz... Filmin sonunda video klip tadındaki sahneler ise bir çoğunuzun favorisi olacaktır eminim.

Bir aşk hikayesi anlatsa da korktuğum kadar dramatik değil filmimiz:) Fakat filmin ana konusunun derin hüzünle arkadaş olan aşk - kavuşamama duygusu olduğunu söylemeliyim. Bu nedenle özellikle duygulara yoğunlaşılan bölümlerde görüntülerin , filmin sessizliğinin gergin rehaveti çok başarılı.Bir japon animesinin alt metninden beklentileriniz ne kadar yüksek bilmem ama , byosoku 5 centimeter, kendi senaryosunda yansıttığı insan hayatı dönemlerine uygun olarak işliyor konusunun görselliğini. Yani bu esnada hem renkleri azalıyor hem mekanları tutarlı olarak değişiyor.

Gerçek dünyaya çok yakın , hatta ondan daha güzel görüntüler ile bana Japonya'da kiraz ağaçları altında, denizden gelen serinliğe doğru mopet kullanma hayallerimi tekrar canlandırdığı için ve Miyazaki filmlerinden aldığım tadın yanına biraz yanaşabildiği için bu filmi pek sevdim.

İyi seyirler...