8 Kasım 2009 Pazar

Rushmore ; bi günlük umut limiti itinayla doldurulur



Yine , kendimi kötü hissettiğim ve bi roketle dünyaya ve geride kalanlara Uzay gemimden dil çıkarmak istenen(!) anlardan birinde Wes Anderson ı kucakladım . Bu adamın , karamsar zamanlarda yanımda bulunduracağım bi sürü film yapmasını diledim içimden. Zira , küçük dünyalarında mutlu-mutsuz yaşayan tüm anlaşılamamışları pek bir güzel anlatıyor, pek bi özendiriyor özgünlüğü dışa vurmaya...Her filminden sonra 'neden duruyorum ' gaza gelişlerim için kendisine teşekkür ederek başlıyorum yazıma.

Rushmore (1998),Türkçe'ye, 'Çılgın Liseliler' gibi abuk! bir biçimde çevrilmiş , bu ismi görüp uzak duranlar olduysa yazık olmuş...

Bu kez ; kendi mükemmel dünyasının rock yıldızı, editörü, nobelli oyun yazarı, sosyallik abidesi ; sevimli ve az deli kahramanımız liseli Max. Annesini kaybetmenin hüznünden dolayı ,kendini okuduğu okulda elle tutulur(!) bir şeyler yapmaya vermiş bir sosyal kelebek. Notlarındaki başarısızlık nedeniyle hayattaki en büyük desteği ,okulu 'Rushmore' dan atılıp 'loserlar' arasına katılan bu renkli kahraman , bir anaokulu öğretmenine aşık olur ve film boyunca bu aşk ekseninde , Max'in yaşamında olan gariplikleri biz de eğlenerek izleriz. E film bu kadar, ama her zamanki gibi ayrıntılar uzmanı Wes Anderson , neredeyse filmin her karesi ile bizi gerçek dünyadaki masallara götürüyor.

Max in trajedisi ve hayatın parçası olan acı gerçekler ,yönetmenin cesur ve masalsı sayılabilecek anlatımı ile birleşince , o alışılmış fakat bıktırmayan Wes Anderson kara mizahının tadını alıyoruz film boyunca. Sıradan insanların olağanüstü yaşamı değil işlenen ;ancak, çevremizde olsa bir çoğumuzun 'bu adam bi garip' diyerek uzak duracağı karakterimizin ,aslında nasıl da kendine özgü dolu dolu bir yaşamı olduğu mesajı veriliyor alttan alttan. Bir çoğumuz için 'Tutunamayan olmak' marifeti, 'inadına tutunmaya çalışan olmakla' yer değiştirebilir bir kaç Wes Anderson filminden sonra.

Liseli bir gencin hayatında onu ciddiye alan kaç kişi olur bilinmez ama, bizim failure abidesi kahramanımızın etrafındaki tuhaf insanlarla kurduğu bağ , insanı hayata bağlayan cinsten. Kendi çocuksu yolları ile öç alışları, hayat felsefesi dahilinde çevirdiği dolaplar ile, bi küçük liseli çocuğa bile böyle güçlü karaktere sahip olduğu için (sinir oldurarak:) hayran bırakıyor film.

Max rolünde gördüğümüz Jason Schwartzman 'a ; Darjeeling Limitedde de hayran kalmıştım zaten , Rushmore çekildiğinde 18 yaşında olan oyuncumuz , yine formunda. Sempatik fakat sorunlu tip deyince aklıma gelen ilk isim sıralamasına yerleşti bu filmden sonra .

Bill Murray olmasaydı gözlerim arardı kuşkusuz , yine ;sükuneti içinde fırtanalar kopan adam, denince de kendisi gelmekte aklıma artık.

Filmde en sevdiğim sahneler Max 'in okuldaki aktivitelerini tanıtanlardı. Yine genelleme yaparak , Anderson filmlerinde en beğendiğim sahnelerin , slayt gibi geçen , fotoğraflık anlar olduğunu söylemek isterim.Warner Bros çizgi filmlerinde; Coyote, Acme ürünleri aldığında kılavuzunu okurken bir amca 'acme sucuk makinesi, pimi çekiniz' açıklamasını yapardı, ben o çizgi filmi sırf o an için izlerdim ; işte Wes Anderson 'un slaytları bana o tadı veriyor. Geneli minik komik anekdotlarla giden filmdeki mizahın yoğunlaştığı kareler o anlar olduğundan sanırım.
Filmde sorgulanmaya müsait değerler çok ince bir çizgi üstünde bırakılıyor (öğretmeninin Max e duyduğu merhametin çizgisinin taşacak gibi olması) ki bu , Wes anderson 'un genel mesajlarının pekişmesini sağlıyor ( önyargıya hayır:)).
Sonuçta yine kalplerde bir umut ağızlarda hoş bir tat bırakan bir Wes filmi izleyerek mutlu mesut birkaç dakika yaşayabiliyorsunuz efendim. Hep esen kalmak umudu ile:)


mood: